Müziğin Türk topluluklarında, hayatla ilgili her türlü olayda, hayatı seslendirdiği, ifade ettiği görülür. Dini törenlerden av eğlencelerine; teke tek vuruşmalardan büyük savaşlara; doğum ve ad verme törenlerinden aşk itiraflarına kadar her hareket, her olay, Türkler arasında, sazlardan yükselen seslerle birleşir, onlarla coşkunlaşırdı.
Türklerin ünlü "Şu Destanı"ndan edindiğimiz bilgilere göre, müziğin toplum ve devlet hayatında önemli bir yeri vardı. Genç hükümdarın tipi ve şahsiyeti belirtilirken, onun sarayı önünde, ordu beyleri için her gün üç yüz altmış növbet (növbet: büyük askeri davul) çalındığı belirtilmektedir. Bu bilgiler, tarihi kaynaklarda ve daha sonraki dönemlere ait Türk hikayelerinde görülen müzik hayatına, uygundur.
Orta Asya'daki Türk hayat ve geleneklerini, bir çeşit kültür mirası halinde Anadolu'da yaşatan Dede Korkut Hikayelerinde, hemen her hareket, müzik aletlerinden çıkan seslerle yapılır. Hikaye kahramanları, bu hareketlere "kolça kopuz"larını çalarak başlarlar, büyük ve tehlikeli çarpışmalara bu seslerle hazırlanırlar. Genellikle "kırk eş, kırk yoldaş" olan "Yiğit"leri de, "Sultanlarını "kolça kopuz"la över, ona müzikli söyleşilerle kuvvet verirler. Müziğin "vatan topraklarından yükselen ses" olduğunu; tatlı-acı, büyük ve milleti ilgilendiren olayların, böyle seslerle birleşip, böyle seslerle geliştiğini gösteren anlamlı müzik çizgisi, Uygur Türklerinin destanlarında da görülür.
"Bir gece iki ırmak arasındaki ağacın üzerine gökten mavi bir ışık indi." Ağacın gövdesi gittikçe kabarıyor, oradan güzel müzik sesleri geliyordu. "Bir gün ağacın gövdesi yarılarak içinden beş çocuk çıktı."
Bu anlatıştan, mukaddes Uygur çocuklarının doğuşunun "nur" aydınlığı ve tabiattan yükselen müzik sesleri içinde bütünleştiğini görüyoruz. Müziği, hayatın her hareketini besteleyen bir şevk ve enerji kaynağı mertebesine yükselten Türk toplulukları, bu arada çok sayıda ve çeşitli seslerle zengin müzik makamları oluşturmuşlar ve müzik aletleri yapmışlardır.
Eski kaynaklara göre, Türklerin öteden beri zengin bir müzikleri vardı. Değişik müzik aletleriyle çaldıkları ezgilere (bestelere) "Küg" veya "Kög" diyorlardı. Divan-ı Lügati't Türk'de: "Bir şiirin vezni, aruzu, bir Ir'ın ölçüsü" anlamında kayıtlı bu kelimeye, daha başka kaynaklar "Nazım", "Şiir", "Türkü", "Müzik", "Ses" gibi anlamlar veriyorlar. Bu bilgiye göre, eski Türkler arasında "Kög" sayısı, yılın günleri sayısını, yani üç yüz altmış altıyı buluyordu.
Her gün Hakan'ın huzurunda bunlardan bir tanesi, yani o güne mahsus olanı çalınıyor; her birinin özel isimleri olan dokuz tanesi ise, her gün tekrarlanıyordu.
Türkler, yüksek sesle terennüm ettikleri bestelere de "Dole" ve "Ir" diyorlardı. Terennüm ve teganni anlamında "Irlamak" sözü bu kökten geliyordu. Aynı besteler, pek tabii olarak, sonraları büyük savaşlara giden Türk ordularının milli müziği halinde, Anadolu ve Balkanlar'a da gelmiştir. İlk çağlarda Otağ'lar önünde icra edilen bu besteler, Türkler arasında "Saray" geleneği başladıktan sonra, sarayda ve orduda aynı özellikte yaşatılmıştır. Bugün "Mehter Müziği" dediğimiz büyük ve askeri müzik, tamamiyle bu temelin ve geleneğin devamıdır.
Çeşitli Türk sazları arasında eski Türk müzik sanatının milli sazı olma özelliğini kazanan alet Kopuz'dur. Kopuz'un başlangıcı Orta Asya Türklüğünün ilk dönemlerine kadar uzanır. Sonraları Anadolu ve Balkanlar'a da gelen ve Anadolu türkülerinde adı sıkça geçen kopuzun ilk şekli kemençe biçiminde, uzun saplı, telli bir sazdır. Bu sazın parmakla, mızrapla ve yayla çalınan çeşitleri vardır. Dede Korkut Hikayelerinde, hemen her kahramanın elinden düşmeyen "Kolça Kopuz", sapı kol boyunca uzayan kopuz demektir. Bugünkü "Bağlama"nın atasıdır.
Türk toplumu, göçebe hayattan yerleşik düzene geçtikten sonra ve topluluklar arasında az ya da çok sınıflaşma başladıktan sonra, düşünce ve zevk anlayışı da değişmiştir. Kültürlü kesim, sanata daha ayrıntılı ve akademik bir anlayışla bakarken; diğer kesim sade, kolay anlaşılır, kuralları daha serbest ve kaygısız kullanma anlayışıyla bakmıştır. Böylece eski sanatlarını korumasını bilmişlerdir.
Araştırmacılar Türk Müziğini, "Klasik Türk Müziği" ve "Türk Halk Müziği" adı altında iki ana dal olarak incelemiş ve değerlendirmişlerdir. Aslında her iki müzik türünün de kaynağı aynıdır. Aradaki fark toplum kesimlerinin, müzik sanatına bakış açılarından ve müziğin icra edildiği yerlerden doğmuştur.
Her türlü duygu ve düşünceleriniz için bize buradan ulaşabilirsiniz.