Hacı Bektaş Veli'nin hocası, Hoca Ahmet-i Yesevi'den, Hacı Bektaş'a geçip, dergahda Hacı Bektaş'ın öğretisi ile aşık geleneği kökleşmiş, dalbudak salmıştır. Orada tasavvuf, felsefe, vahdet-i vücut, ikrar, iman, şeriat, tarikat, marifet, sırrı hakikat öğretilerek sevgiyi, aşkı Allah'la bütünleştiren Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Kazak Abdal, Genç Abdal'dan sonra yüzlerce tekke aşığı yetişmiştir.
Bugünkü aşıklar ve ozanlarda da aynı inancı, aynı temayı kullananlar çoktur. Aynı kalıp içerisinde çağdaş düşünceyi ve yeni terimleri kullanan ozanlarımız da vardır.
Ne yazık ki, bu köklü geleneğimizi yozlaştıranlar da var. Tam anlamıyla kaş yapayım derken, göz çıkaran kişiler aşıklarımızı olumsuz şekilde yönlendiriyorlar. Bu olumsuz davranışların en belirgin örneği ise, aşıklar yarışmasında ayak verme uyduruğudur. Yunus'a, Pir Sultan'a, Emrah'a, Seyrani'ye, Karacaoğlan'a ve daha nicesine ayak verilmiş midir? Elbetteki hayır. Bu ayaklar onu icat eden başın altına yarar, varsın kırk ayaklı olsun.
Ozanlar yeraltındaki madenler gibi işlemeyince bir işe yaramazlar. Bunu kendilerine görev bilip, halk kültürüne hizmet etmelidirler. Bununla birlikte günümüzde usta aşıkların deyişlerini çalıp, okuyanlardan bazıları, o usta aşık deyişlerinin son kıtasına kendi adını koyup usta aşığı yok sayanlar var. Halkımız onları toplumun yüzkarası diye nitelendiriyor.
Her türlü duygu ve düşünceleriniz için bize buradan ulaşabilirsiniz.