Niksar köylerinden bir genç askere çağrılır ve İstanbul'a sevkedilir. Niksarlı genç, sıhhatli, yanık yüzlü, esmer ve uzun kirpikli temiz bir Anadolu çocuğudur. İstanbul'da hafta iznini geçirdiği sıralarda genç bir bayanla göz göze geliyor. O vakit ince peçe giyen kız, bu zarif delikanlıya karşı alaka duyuyor. Zeki Niksarlı, kızın hem kendisini sevdiğini, hem de zengin olduğunu kolaylıkla anlıyor. Karşılaşmalar ilerledikçe konuşmaların konusu da genişliyor.
Bu arada delikanlı, kıza kendisinin de zengin olduğunu, çiftlik, sürü ve emlak sahibi bulunduğunu mütevazi bir dille bildiriyor ve bu zenginlik bahsi üzerinde fazla durmuyor. Nihayet gel zaman, git zaman iki gönül birleşiyor. Bayan, zengin babasını ikna ederek köylü ile beraber zengin ümitler ve yaldızlı hülyalarla vapura biniyor. Uzun bir yolculuktan sonra Samsun üzerinden Tokat'a, buradan da Niksar'a gidiyorlar.
Tokat - Niksar yolunda asker, kızın hayal kırıklığına uğramaması için bazı yalanlar söylüyor. Fakat yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Zengin kız, duvarları tezekli, iki gözlü toprak bir evin karanlık odasına inince hakikatin sert ve soğuk yüzüyle karşılaşmış oluyor. Ama gönül de vermiştir. Delikanlıyı da sevmiştir. Babasının ne de olsa sözünü kırmıştır. Aile şerefi vardır.
İşte bunlar gence alaka göstermekte devam etmesini mümkün kılıyor. Köyde boş durmak olur mu? İki el bir baş içindir. Toprak kendine gönül veren, üzerine eken insanlara meyvesini verir. Gelin hanımın da çalışması lazımdır.
İlk olarak kaynanası ve görümcesiyle birlikte tarlaya iniyor. Dolayısıyla madden mutsuz ancak manen mutlu bir hayat sürüp gidiyor, içindeki duyguları ise türküdeki şekilde dile getiriyor.