Vaktiyle Suriyye ve Halil adında dayı çocukları varmış. Bunları birbirlerine sözleşmişler ve bir zaman sonra da evlendirmişler. Suriyye, aslında evlenmesine rağmen dayısının oğlunu sevmezmiş. Bu evlilik ancak ailelerin zoruyla meydana gelmiş. Aslında asıl eğitmenlik yapan ve bu yüzden adına "Muallim Halil" denilen kişiyi severmiş. Muallim de Suriyye'yi severmiş. İşte bu yüzden evlendikten sonra bile Suriyye, Muallim Halil ile ilişkilerini sürdürüp gitmiş.
Suriyye'nin kocası Halil ise, o zamanın Tirebolu'sunda geçim kaynağı deniz olduğundan, o da gemicilikle geçimini sağlarmış. Kah uzanıp açıklara, kah uzaklara gidermiş. Halil'lerin elli tonluk gemileri varmış. Bu motorla sık sık sefere çıkarmış.
Bir gün motorları Çürükkale mevkisindeki limanda demirliyken müthiş bir fırtına çıkar. Halil patalyaya (küçük tekneye verilen isim) biner ve motoruna giderek motoru dalgalardan korumak ister. Dalgalarla boğuşa boğuşa motoruna ulaşır. Tam motora çıkmak üzeredir ki kuvvetli bir dalga Halil'in patalyasını devirir. Bir müddet sonra denizin yüzünü kan kaplar. Durumu görenler yardıma gelirler. Ve yaralı Halil'i karaya çıkartıp durumuna bakarlar.
Halil'i denizden kurtaran, türküde adı geçen Hayrullah kaptandır. Halil'in durumu oldukça ağır görüldüğünden hiç vakit geçirmeden deniz yoluyla Giresun'a ulaştırılır. O zamanlar istenilen her anda kara taşıtı yoktur.
Giresun'a geldiklerinde hayli vakit geçmiş ve Halil'in durumu daha da ağırlaşmıştır. Hemen hastaneye taşırlar, ameliyata alınmasına rağmen ne yazık ki kurtarılamaz ve ölür. Bunun üzerine zamanla bu türkü yayılır.
Küçük çocuklar o yıllarda bu türküyü Suriyye'nin peşinde çağırırlarmış. Otuz beş yıldan fazla bir geçmişi olduğu söylenmektedir.