Bazı göçebe aşiretler bulmak umuduyla gittiğimiz Adana'ya yaklaşırken, Üstad'ı, topladığımız güzel türkü örneklerine rağmen, pek memnun bulmadım. Köylerden birine varırken bunun sebebini açıkladı: Üstad özellikle kadın sesinden türkü derlemek istiyordu. Bu ise ciddi bir sorundu, zira, özellikle bir yabancının önünde Müslüman bir kadını türkü söylemeye ikna etmek kolay değildi. Köy halkını, bir kadının –genç bir kız veya ihtiyar bir hanımın- türkü söylemesine ikna edebilmek için elimden geleni yaptım, ancak başarısız oldum. Halbuki bizi tanımaları için yeterli süre geçmişti. Elbette ki bizim hakkımızda kötü düşünmüyorlardı, kötü insanlar değildik. O halde bize güvenebilirlerdi. Sonunda, ev sahibimiz bize, akşam yemeğinden sonra eşi ve kızının türkü söyleyeceğine dair söz verdi. Hemen Bartok'a müjdeyi verdim, çocuklar gibi sevindi. Sabırsızlıkla yemek saatini bekledik. Sonunda yemek geldi. Yemekten sonra, önümüzde kaynatılıp, parçalanıp, pişirilerek hazırlanan ve Üstad'ın çok beğendiği birer bardak Türk kahvesiyle yerimize oturduk. Aniden, grubumuza bu derleme için katılan kişilerden biri, ev sahibine "Eee, kadınlar nerede?" deyiverdi. Hala utançtan yüzüme hücum eden kanı hissedebiliyorum. O anda, on beş kişinin bulunduğu odayı, soğuk bir sessizlik kapladı. Bu, bir Türk köylüsüne edilebilecek en büyük hakaretlerden biriydi. Ev sahibimiz bu münasebetsiz lafı edene şimşek gibi çakan gözlerini dikti. Kimse kıpırdamadı. Ve Bartok, tek bir kelime dahi anlamamasına rağmen, ciddi bir şeyler olduğunun farkındaydı: elinde bir bardak kahveyle gözlerini bana dikmiş, şaşakalmıştı. O gün öğleden sonra ziyaret ettiğimiz değirmenden bahsederek konuyu değiştirmeye çalıştım (biliyorum ki pek etkili olmadı). Bu olaydan sonra, köyden ayrılmak zorunda kaldık. Ertesi sabah, şafak vaktinde, içimizden ikimiz kimseye bir şey söylemeden köyden ayrıldı.
Her türlü duygu ve düşünceleriniz için bize buradan ulaşabilirsiniz.