Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yıl dönümüne adanan bu yılki "Aşıklar Bayramı" işte böyle bir barış çağrısı, gönüllerde çiçeklenen yüce bir sevgi havası içinde başladı. Hani o içten "Gel Gel" çağrısıyla bütün insanlığa seslenen Mevlana'dan beri insanlık sevgisiyle yaşayan güzelim Konya'da, sevginin dile gelmediği bir şeylerin olabileceğini aklından bile geçiremiyor kişioğlu nedense, "Konyalılar da böyle mi düşünür?" Bakın, bunu bilemeyeceğim. Ama, bir yabancı olarak "Aşıklar Bayramı'nı, "Aşıklar Bayramı"yla Konya'yı böyle gördüm, böyle yaşadım.
Aşıklık geleneğini kitaplardan biliriz biz. Bizim buralarda, halk edebiyatının bu değerli geleneği ne yazık ki sürdürülememiştir. Ne var ki, kitaplardan öğrenilenler bu geleneği canlı canlı görmek yanında bir hiç olup gitmektedir. Sözleriyle, sazlarıyla halkın gönlünde yer alan, halk olan Aşıklar arasında kısa bir süre olsa bile yalamak, onların duygu ve düşünceleriyle kaynaşmak fırsatını bulduktan sonra bu gerçeğin farkına varmamak olanaksız çünkü.
Türkiye'nin dört bir yanından gelen aşıklarla birlikte, halkın bağrından kopan bu halk düşünürleriyle söyleşebilmek, herkes için, hele hele yazınla uğraşanlar, ozanlıktan dem vuranlar için değerli, değerli olduğu kadar da önemli bir yaşantıdır. Başka bir şey için değilse alçak gönüllü, hoşgörülü, saygılı olmayı öğrenmek için gereği duyulan bir yaşantı.
11-14 Mayıs tarihleri arasında bütün Konya "Aşıklar Bayramı" havası içinde yaşıyordu. Kars'tan, Erzurum'dan, Sivas'tan, Eskişehir'den, İstanbul'dan, Gaziantep'ten ve diğer illerden gelen yüz kadar aşık bunun gerçekten de bir bayram olmasına katkıda bulunmak ereğiyle ellerinden gelen hiçbir şeyi esirgemediler. Birbirleriyle yarışırcasına halkın gönlünü almak, değerli dizeler, uyumlu ezgilerle bu gösteriye üstün bir değer katmak çabasındaydılar. Birbirinden güzel atışmalar, türküler, güzellemeler, şiirler, bu görkemli Aşıklar karşılaşmasının büyük bir başarı içinde gerçekleşmesini sağladı.
Aşık Murat Çobanoglu'nu, Aşık Erdemli'yi, Aşık Şeref Taşlıova'yı, Aşık Davut Sulari'yi, Aşık Deryami'yi, Aşık İlhami'yi, Aşık Reyhani'yi ve adlarını bu yazıda sıralamaya olanak bulamadığım tüm diğer aşıkları dinlerken hepsinin ayrı birer dünya gibi karşımda destanlaştıklarını gördüm. Hiç de kolay olmayan takdire değer bir iş olduğuna tanık oldum.
Hiç durmaksızın çalışan bir kamera gibi büyük küçük olaylarıyla yaşamı süreklice coşkuları her dizeye, her tele sevgiyi, iyimserliği dokuyarak dile getiren bu halk aşıklarını izlerken her seferinde kafama tek bir soru takılıveriyordu: "Şu aşıklık geleneğini bizde nasıl canlandırmalı?"
Yirminci yüzyılın ünlü halk ozanı Aşık Veysel'in de bir zamanlar katıldığını öğrendiğimiz "Aşıklar Bayramı" nda halk yaratıcılığımız hakkındaki kısıtlı bilgilerimizi genişletebilmenin mutluluğu içinde, şiirle, müzikle içli dışlı yaşayan, bir rüzgar gibi gelip geçen, oysa her kafada muhakkak bir ya da birkaç dize bırakan, bununla birlikte yazın sevgisini, şiir sevgisini, müzik sevgisini halka aşılamadaki görevlerini yapmaya çalışan bu halk sözcülerine hayran kalmamak, bunun sonucu bu soruyu sormamak gerçekten de mümkün değildi.
Aşıklar Bayramı'nda, her aşığın yaratıcılık gücünü gösterdiği bu yazın meydanında olagelen her şey ilginçti. Kendi ilgisiz davranışımızın sonucu yabancısı olduğumuz halk yaratıcılığına dönmemizin bu yaratıcılığı ortamımızda teşvik etmemizin gerektiği bilincine ulaşmamızı sağladığı için de her yanıyla önemliydi.
Doğruya, iyiye, güzele, insanlığa yönelik gel çağrısının çın çın çınladığı Konya'da, Yunus Emre'yle halkın düşüncesi, haksızlıklara karşı gelip hak yolunu konuşan halkın dili olmak gibi bir yüce özellikle yüzyıllarca her yerde varlığını duyuran halk ozanlığını sürdüren aşıklarla her söyleşimiz ilginç, yeni, değerli birer yaşantı bizim için.
Geldikleri ortalıkların gözü, kulağı, dili kesilen aşıklardan her seferinde birbirinden güzel türküler, güzellemeler, dudakdeğmezler dinleyebilmek her zaman ele geçirilebilecek bir fırsat değil. Hele şu atışmalar yok mu? Hani şu sazına sarılarak, sözüne güvenerek "söz meydanına" çıkan atışmacılar. Bizim onları muhakkak görmemiz gerek. Tartışmanın nasıl gönül kırıcı, kişilik yıkıcı bir iş değil de, tam tersine, hoşgörü içinde, dostluğa hiç zararı dokunmayan bir düşünce değiştirmek, ortak bir tutuma varmak biçimi olduğunu kendilerinden öğrenmemiz de.
Bu halk yaratıcılığı şöleninde Struga'dan, Struga Şiir Akşamları'ndan büyük bir coşkuyla sözedilmesi ayrıca ilgimizi çekti. Dört gün süren Aşıklar Bayramı'nın her programı açış konuşmasından Struga'dan sürükleyici büyük bir saygıyla söz etmeyi ihmal etmeyen, geçen yıl Struga Şiir Akşamları'nda Türkiye'yi temsil eden Feyzi Halıcı'nın hatırımda kalan bir cümlesini aktarıyorum bu fırsatla: "Samimiyetle diyorum ki Struga'da duymuş olmanın, görmüş olmanın, yaşamış olmanın sevinci içindeyim."
Her türlü duygu ve düşünceleriniz için bize buradan ulaşabilirsiniz.