Bu yıl 23-30 Ekim tarihleri arasında Konya Kültür Müdürlüğü Tiyatro salonunda yapılan aşıklar Bayramı'na altmış halk şairi katıldı. On üç dalda, bir yarışma havası içinde yapılan bayramı, yerli ve yabancı TV ekipleri, basın mensupları ve kalabalık bir dinleyici heyecanla izledi. Yirmi yıl önce, on bin yıllık kültür, sanat ve turizm beldesi Konya'da başlattığımız Aşıklar Bayramı'nın, dolayısıyle aşıklık geleneğinin, çeşitli belgelerle gün ışığına çıkardığımız iki yüz elli yıllık bir serüveni vardır. Büyük gönül şairi Yunus Emre'den sonra halk edebiyatımızın, halk şiirimizin en tanınmış şairi Aşık Ömer, Konya'da yaşamış tek nüsha olan divanını Konya Mevlana Dergahı'na hediye etmiştir. Bu divan halen Mevlana Müzesi'nde teşhir edilmektedir. Aşık Ömer'in Konya'da bir aşıklık geleneğinin doğmasında ve yayılmasında elbette büyük etkisi olmuştur. Konya, esasında Hz. Mevlana zamanında bir kültür merkeziydi. Şiir, musiki ve sema, Konya'nın manevi havasında bir ilahi çağrı olarak bütün insanlığı İslamiyetin geniş toleransıyla dopdolu olarak Hakkın birliğine davet etmede en güzel, en asil, en manalı bir kültür ve sanat varlığıydı. Asırlarca Konya'dan bu varoluşun duygu ve duyarlık olarak yeryüzüne mısra mısra, nota nota yayıldığını görüyoruz. Bir müjde çiçeği halinde güzel sanatların, insanı insan yapan, insan maya maya "eşrefi mahlukat" olmaya yuğuran aydınlığında nice hal, dil ve gönül erleri "Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş" mısrasına uygun olarak hatıralara ve hafızalara nakşoldular. Hz. Mevlana bir şiirinde şöyle söylüyor: Bir can var canımda o canı ara/Beden dağındaki gizli mücevheri ara/Ey yürüyüp giden dost gücünle ara/Ama dışarda değil, aradığını kendi içinde ara.
Yine bir gönül şairi Yunus Emre de Konya ufkunda en güzel şiirlerini söylemiştir. "Senden kurtul, sana kaç" mısraı ile Yunus Emre sözlü edebiyatın, sözlü şiirin Türk milletinin beğenisiyle asırlardan günümüze ne denli yansıdığını veciz bir ifadeyle ispat etmektedir. Yazılı edebiyata karşı sözlü edebiyatın da ölümsüzlüğünü bu kalıcı mısralar dile getirmiyor mu? İşte Hz. Mevlana'da ve Yunus Emre'de süzülmüş bal örneği en güzel örneklerini bulan öz-düşünce ve şiir, Aşık Ömer'le yeni bir merhaleye erişir. Halk şiiri deyiş, konu ve üslup bakımından yepyeni boyutlara ulaşır.
Özellikle Aşık Ömer'in hayal dünyası nice geniş, mısra kuruşu nice güçlü bir halk ve hak şairi olduğunu kendi şiirlerinden sunacağımız örneklerle bir kitap halinde sanat dünyamıza sunacağız. Aşık Ömer'le Konya'mızda bir geleneğin doğuşuna şahit oluyoruz. 1800'lü yıllarda Mevlevi Dergahı'nda postnişinlik yapan Hemdem Sait Çelebi, Mevlana Dergahı'nın karşısındaki Sulu Kahve'yi maddi ve manevi yardımiyle örnek bir Aşıklar Kahvesi haline getiriyor. İçinde büyükçe bir havuz bulunduğundan, Havuzlu Kahve adıyla anılan bu kahvede Aşık Dertli, Aşık Şem'i, Aşık Sururi eğitici bir ocak halinde yıllarca sayısız halk şairine usul, edep, erkan ve yol dersi vererek onları çıraklıktan, kalfalığa, sonra da usta birer aşık olarak yetiştirdiler. İmparatorluk sınırları içinde şehir, kaza, kasaba ve köylerde bu aşıklar milletimize birlik ve beraberlik türküleri söylediler, şiirler okudular. Tasavvuftan, en kutsal inanca, hasret, gurbet duygusundan en ince aşka, sevgiye varıncaya kadar halk şiirine yeni bir hava, yeni bir ses getirdiler. Öyle ki İstanbul'da Saz Kahveleri'nde bu aşıklar, gerek türkü, gerek atışma, gerek muamma asma dallarında başarı üzerine başarılar kazandılar. Bey konaklarından, saraylara kadar ince sanatlarını götürdüler, sayısız ödüller kazandılar. Aşık Şem'i asker olan oğlunu ziyaret etmek için gittiği İstanbul'da Aşıklar Kahvesi'ne uğrar. Bakar ki genç aşıklar kendisinin bir bestesini okuyorlar. Biraz da hırpani bir kıyafette. "Şu sazı verin de biraz da ben çalayım" der. Aşıklar hiç tanımadıkları birisinin kendilerine bu şekilde hitaplarına karşı gülerek "keçinin yemediği ot başına vurur" deyip sazı kendisine uzatırlar. Şem'i'yi ve sazını dinleyen aşıklar hayret ve hayranlık içinde hatalarını anlayıp Şem'i Baba'dan özür dilerler. Üçüncü Selim'in huzuruna kabul ettiği Aşık Şem'i sazıyla, sözüyle büyük sanatkar padişahın takdirini kazanır, iltifatlarına nail olur. Bir şiirinde Şem'i Baba bu durumu şöyle anlatır: "Dinlenilmez oldu şimdi dürr-i meknun söylesen / Şab iken elfazını Sultan Selim Han dinledi." Sultan Selim, aşıktan pek memnun kalıyor, arzusu var mı yok mu sorduruyor. Şem'i vaktiyle Konya'da bahçesini sulamak istediğinde, bir havala (su memuru) kendisini kırıyor, hakarette bulunuyor. Bu sebeple Konya'nın başhavalalığını istiyor. Uzun süre Konya'da bu görevi yürütüyor. İşte bir sanatkar padişahın bir halk şairine gösterdiği ilgi böylesinedir. O ilgidir ki Konya bir akademik ocak olarak halk şairlerine 1800 yılından 1940 yıllarına kadar Cumhuriyet dönemi dahil, eğitim beldesi olarak hizmette bulunmuştur.
Her türlü duygu ve düşünceleriniz için bize buradan ulaşabilirsiniz.