Milli kültürümüzün en önemli unsurlarından birisi olan halk müziğimizin doğru ve eksiksiz bir şekilde tespiti ve icrası gelecek kuşaklara doğru olarak aktarılması milli bir görevdir. Bu görevin yerine getirilmesinde üç önemli evre vardır: Bilme, yaşatma ve yaratma.
Günümüzde sosyal, ekonomik ve kültürel şartlar hızla değişmektedir. Bu değişim sürecinde halk, eski kültür değerlerini koruyamamakta, aynen yaşatamamaktadır. Özellikle folklor ürünlerimiz, ya bilenlerin aramızdan ayrılmasıyla yok olmakta, ya da şartların zorlamasıyla, ihmallerle, vurdumduymazlıklarla unutulmakta veya dejenere olmaktadır. Bu hızlı değişim sürecinde folklor ürünlerini derleyip, tespit edemezsek; onları gelecek kuşaklara aktaracak tedbirleri alamazsak, gelecekteki toplumumuzu önemli bir mirastan mahrum, bırakmış oluruz.
Yeni gelişmelerin yönü ve gücü, halkın geçmişinde saklıdır. Geleceği iyi kurmak için, geçmişi iyi bilmek ve değerlendirmek gerekir. Geçmişi iyi bilmek, milletimizi ve değerlerimizi iyi tanıyabilmek için ise, halkın yarattığı değerleri, bir başka deyişle kültürümüzü bilimsel bir bütünlük içerisinde incelemek ve değerlendirmekle mümkün olur. Bu sebeple folklor ürünlerimizin ve onun önemli bir unsuru olan türkülerimizin derlenmesi de giderek önem kazanmaktadır.
Derlemenin gerekliliğini ortaya koyan bir husus da, folklor ürünlerini, folklor değerlerini yaşatma zorunluluğudur. Hızlı değişim süreci içerisinde, eski kültürümüzü aynen yaşatmak, bazen mümkün ve kolay olmayabilir. Bu sebeple kültür değişmeleri sürecinde eski kültürün ve sanat ürünlerinin yok olmaktan ve yozlaşmaktan korunarak, yeni kültürün doğmasına, gelişmesine kaynak teşkil etmek üzere, mutlaka yaşatılması gerekmektedir.
Üçüncü olarak derlemenin gerekliliğini bize duyuran önemli bir husus da, yaratma, yani yeni bir şeyler ortaya koyma zorunluluğudur. Toplumlar yaşayışlarını sürdürebilmek için, her alanda olması gerektiği gibi, kültür ve sanat alanında da yeni değerler yaratmak zorundadırlar. Folklor ürünlerini derleme işi bütün ülkeyi, hatta kültürümüzün izlerinin halen devam ettiği diğer coğrafyaları da kapsamalıdır. Ancak o zaman "bilme", "yaşatma" işi gerektiği gibi sürdürülebilir ve "yaratma" için daha gür kaynaklar sağlanabilir.
1923 yılında Darülelhan Müdürlüğüne getirilen folklor araştırmacısı Yusuf Ziya Demircioğlu'nun özel gayretiyle halk müziği araştırmaları yapılır. Bazı halk türküleri Darülelhan Fasıl Heyeti tarafından icra edilir. Bu türküler büyük ilgi görür. Bunun üzerine türkülerin derlenmesi için bazı projeler hazırlanır. 1926 yılında Paris'ten bir ses alma makinesi ile iki yüz elli ham plak getirilir.
1926 yılının 31 Temmuz'unda Rauf Yekda, Ekrem Besim, Dürrü Turan Beyler'den oluşan bir heyet trenle Haydarpaşa'dan hareket ederler. İlk durak Adana olur. Ardından Gaziantep, Urfa, Niğde, Kayseri, Sivas'a gidilir.
İkinci seyahat, 1927 yılında Konya'dan başar. Karaman, Ereğli, yörelerine gidilir.
Üçüncü seyahat, Kastamonu, Çankırı, Ankara yörelerine yapılır.
Dördüncü seyahat, 1929 Ağustos'unda, heyete Mahmut Ragıp Gazimihal, Adbülkadir İnan ve Ferruh Arsunar'ın da katılımıyla Sinop'tan başlar. Burada heyete Şakir Ülkütaşır da katılır. Buradan Trabzon, Rize, Gümüşhane, Bayburt, Erzurum ve Erzincan'a geçilir. Bu yörelerden iki yüzü aşkın türkü derlenir. Ayrıca bir sinema operatörünün yardımlarıyla Trabzon, Rize, Erzurum ve Erzincan'da halk oyunları da filmle tespit edilir.
Ülkemizde kültür ürünlerinin derlenmesi konusu, 1923'lü yılların başından itibaren gündeme gelmiş, ancak önemli bir gelişme kaydedilememiştir.
6 Mayıs 1927 tarihinde İstanbul Radyosunun yayına başlaması ve ardından aynı yılın sonlarında Ankara Radyosunun da hizmete girmesiyle kültür konuları ayrı bir önem kazanmıştır. Özellikle radyolardaki müzik yayınları, o yıllarda hep tartışılmıştır. 1930 yılı başlarında radyo, yayınlarında Türk Müziğine hiç yer verilmediğini görmekteyiz. Aynı yılın Mayıs ayından itibaren "Riyaset-i Cumhur Müzik Takımı"na ayrılan program içinde senfonik eserlerin yanı sıra "Çorlu Hicazkar Şarkı" (Çorlulu Aşık adıyla bilinen saz şairine ait eserlerin genel adı) v.b. adlar altında Türk Müziği örnekleri göze çarpmaktadır.
Aynı yılın Ekim ayından itibaren ise, günlük yayınlarda "Fasıl" programlarının düzenli olarak yer aldığını görüyoruz. Bu yıllarda, radyolardaki müzik yayınlarında Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği gibi bir ayrım yoktur. Sadece "Türk Müziği" programları vardır. Bu programlar içerisinde "Halk Müziği" adı altında yayınlanan müzik, bir iki sanatçının yerel ezgileri çalıp söylemesinden ibarettir. Bu sanatçıların en tanınmışı da tanburuyla Rumeli ezgileri çalıp söyleyen "Tanburacı Osman Pehlivan" idi. Halk müziği çalışmaları ise, bilinen birtakım türküleri çalıp söylemekten öteye gitmiyordu.
Folklor ürünlerimizin ve özellikle de türkülerimizin resmi olarak derlenmesi 1937 yılında, dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan zamanında başlamıştır. Milli Eğitim Bakanlığı, Devlet Konservatuvarı ve Radyo işbirliği ile başlatılan bu çalışma, zengin bir halk müziği repertuvarının oluşmasının ilk adımıdır diyebiliriz. Konuyla ilgili uzmanlardan oluşturulan derleme heyetleri, yurdun çeşitli, yörelerine derleme gezileri düzenlemişlerdir. Bu geziler 1953 yılına kadar devam etmiştir. Bu derleme çalışmaları Almanya'dan getirtilen, hem elektrikle hem de akümülatörle çalışan "Saja" markalı alıcı ve verici ses kaydeden makinelerle, 1937 yılının 17 Ağustos'unda Ankara'dan Sivas'a hareket eden ekiple başlamıştır.
İlk derleme heyetinde Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Halil Bedii Yönetken ve teknisyen olarak da fizikçi Arif Etikan vardır. Sivas'ta ekibe Muzaffer Sarısözen de katılır. Derleme ekiplerine, daha sonraki gezilerde Cevat Memduh Altar, Tahsin Banguoğlu, Nurullah Taşkıran, Mithat Fenmen, Mahmut Ragıp Gazmihal ve teknisyen Rıza Yetişen katılır.
Ankara Radyosunun 27 Ekim 1938'de, bugünkü binasına yani gerçek "Radyoevi"ne taşınması, verici gücünün artması, daha geniş bir alandan dinlenebilmesi, radyonun önemini, dolayısıyla müziğin önemini daha da artırır. Mesut Cemil yönetimindeki müzik yayınları bir düzene sokulur. İlk iş olarak "Klasik Türk Müziği Korosu" kurulur. Bu yıllardaki yayınlarda da ayrım yapılmamakta, programlar "Türk Musikisi ve Halk Şarkıları" adı altında sunulmaktadır.
Bu arada türkü derleme çalışmaları semeresini verir. Çeşitli yörelerden derlenen binlerce türkü notaya alınır ve radyo sanatçılarına öğretilir. Bu süreç içerisinde radyodaki müzik yayınlarında da "alaturka" ve "alafranga" tartışmaları başlar. 1944 yılından itibaren bu tartışma iyice alevlenir. Sonuçta, 1946 yılında "Yurttan Sesler Topluluğu" kurulur. Böylece Türk Müziği, iki ana dal halinde dinleyicilere sunulmaya başlar. Bütün bu çalışmalarda, elbette ki Muzaffer Sarısözen'in emekleri ve gayretleri her türlü takdirin üstündedir.
Yurttan Sesler Topluluğunun programları kısa bir sürede rayına oturur ve büyük beğeni kazanır. Bunun sonucu olarak da dağarcığında yüzlerce türkü olan halk aşıkları, yöre sanatçıları ve bu işe yatkın insanlar Radyoevinin yolunu tutar. Sarısözen bunları programlarda değerlendirir. Buna paralel olarak derleme heyetlerinin dışında, pek çok kimse derlediği türküleri Radyoya ulaştırır. Türk Halk Müziği repertuvarı giderek zenginleşir. Bugün radyo repertuvarında altı bin civarında türkü icra edilmekte, dört bin civarında türkü kaydı ise notaya alınmayı, değerlendirilmeyi beklemektedir.
Her türlü duygu ve düşünceleriniz için bize buradan ulaşabilirsiniz.