Geçen Ekim sonu, Konya Turizm Derneği Başkanı, şair Senatör Feyzi Halıcı'nın davetlisi olarak Konya Aşıklar Bayramı'na gittim. Aradan yıllar geçtikten sonra, tekrar Mevlana'yı ziyaret edeceğim için memnundum. 1942-1943 yılında yedek subay-öğretmen olarak Askeri Ortaokulu'nda vazife görmüştüm. Yaz geceleri tenha toprak sokaklarda dolaşır, gizli bir ney sesiyle sema ederek yıldızlara yükselen mevlevi dervişlerini görür gibi olurdum. Şehir gündüzleri ölü ve can sıkıcı olurdu. Yüksek kerpiç duvarlar arkasında saklı duran Konya halkına kendimi yabancı hissederdim. Halbuki bir Anadolu çocuğu olarak onlara çok yakındım. Bir yanda ruhu cihanı kucaklayan Mevlana, bir yanda tozlu sokaklar, bir yanda yalnızlığına gömülü ben. Ayrılıklardan şikayet ederdim.
Bu gidişimde bambaşka bir Konya ile karşılaştım. Aydınlık, geniş asfalt caddeleri, büyük meydanları, apartmanları, park ve bahçeleri, canlı ve hareketli insanları ile yepyeni bir şehir haline gelmiş, koca bozkırın ortasına sere-serpe kurulmuştu. Genişlik ve aydınlığı ile ruha ferahlık veren Konya, içinde barındırdığı büyük ruha uygun bir dış görünüşe sahip olmuştu. Kendi kendime "işte, Anadolu'da doğmakta olan yeni medeniyetin güzel örneklerinden biri. Ruh ile madde güneşin altında neşenin semaini yapıyor" dedim.
Ben bu yeniden doğuşun güzelliğini bir de kendi memleketim olan Eskişehir ile Erzurum’da gördüm. Oralarda ve daha başka Anadolu şehirlerinde ikinci bin yılın Büyük Türkiye'si kuruluyordu. Aşıklar Bayramı'na içimde bu sevinçle katıldım. Fakat orada neşemin sarı balına acı gözyaşları karıştı. Hayır, bu duyguyu anlatmak zor. Bu bayramda, sevinç ile beraber ızdırap, fakat yiğitlik ile beraber tatlı şaka, ulvilik ile insanı kahreden fakirlik ve sefalet de vardı.
Sahnede otuz sekiz aşık, çoğu genç, sazlarının üzerine sevgi ile eğilerek, Anadolu'nun asırlar ötesinden gelen ve bugün hala devam eden ızdıraplarını, aşklarını, özleyişlerini, hatıralarını, yiğitliklerini, yoksulluklarını dile getirdiler. Orada Yunus'un:
Hak bir gönül verdi bana,
Ha demeden hayran olur.
şiirinde anlattığı karışık, tezatlı, zengin, anlatılması güç ruh hallerini yaşadım.
Koca salon, gece-gündüz, kadın-erkek, çoluk-çocuk, asker-sivil, esnaf-memur, her çeşit halk ile doluydu. Sahnede jürinin oturduğu masadan, onların yüzlerinin nasıl sazlara ve sözlere göre değiştiğini, güzelleştiğini ve derinleştiğini görüyordum. Burada Türk halkı, ruhunun birliğini hissediyor ve aynı ızdırabı, neşeyi, yiğitlik ve yoksulluğu saz ve sözün doğurduğu ulvi hava içinde paylaşmanın saadetini tadıyordu. Bu, gerçekten görülmeğe ve yaşanılmağa değer bir ruh hali idi.
Mevlana'yı anma merasimlerinde de Türk halkı, buna benzer fakat değişik mahiyette bir birlik ve beraberlik duygusu içinde kaynaşır. Günlük hayatlarında menfaat, mevki ihtirası, kin ve nefretle birbirleriyle boğuşan ve darılan insanların böyle ulvi duygularla birleştiren ve arındıran bayram ve merasimlere ne kadar ihtiyacı var. Anadolu'da eski Türk medeniyetinin kurucusu olan Konya, yeniden doğmanın sırrını bulmuş. Şimdi o, bu bereketli sevgi ve neşe tohumunu bütün Türk şehirlerine dikmeli; oralarda da ney ve saz sesleri ile derin manalı sözler, Türk halkının ruhunu birleştirerek, uyandırmak ve yükseltmeli.
Temiz, aydınlık, ruh ve mana dolu Konya'dan korkunç trafiği, pisliği, mikrobu, hilesi, yalanı ile bir cehennem haline gelen İstanbul'a dönerken, içimden bir ses "Bırak, kendini daima gurbette hissettiğim bu köhne Bizans'ı da, Anadolu'ya Yunus, Mevlana, Veysel ve Reyhani'lerin ruh ve mana dolu evlerine dön" diyordu.
Asırlar önce biz, bu köhne Bizans'a Anadolu'nun aydınlık şehirlerinden gelmiş ve burada Boğaz'ın mavi sularına yakışan mavi bir medeniyet kurmuştuk. Umarım ki yine öyle olur. Anadolu'da uyanan maddeye ve ruha şekil veren derin mana, bugünkü İstanbul'u da yeniden kurar ve burayı, içinde cehennem azabı çekilmeden yaşanılır medeni bir şehir haline getirir.
Aşıklar Bayramı'ndan bahsedecektim. Konya beni coşturdu. Tekrar o konuya dönerek, Konya Turizm Derneği'nin değerli başkanı ve üyelerine bazı görüş ve temennilerimi söylemek istiyorum.
Bayrama biraz daha çekidüzen verilebilir. Saz, şiir, atışma ve muammaya ayrılan zaman, ölçülü bir şekilde ayarlanır ve daha titiz bir şekilde değerlendirilirse, çok iyi olur. Daha ziyade sevilen anonim halk türkülerini saz ile güzel icra etmeden ibaret olan kısım ile halk şairlerinin şahsi yeni şiir ve besteleri birbirinden net olarak ayrılmalı ve ayrı ölçülere göre beste getirene en büyük ödül verilmelidir. Zira burada sadece başkalarının eserlerini icra değil, bir yaratış bahis konusudur. Bugün yaşayan halk edebiyatı, büyük nisbette geleneğe, eskilerin tekrar ve taklidine dayanmakla beraber, bu geleneğin içinde, yeni şeyler söyleyen veya eski sözlere yeni deyişler katan Veysel gibi, Reyhani ve Nevcivan Bacı gibi yaratıcı sanatkarlar da vardır. Bayram asırların güzel şiir ve bestelerini halka duyururken, yeni eserlerin doğuşunu da müjdelemelidir.
Her yıl getirilecek yeni şiir ve bestelere, geleneğin güzel bir şekilde tekrarı kadar, hatta ondan da fazla bir önem verilmelidir. Mümkünse yeni şiirler, jürice metin olarak bayramdan önce okunmalıdır. Ses çok defa manayı kapattığı ve araya başka intibalar da karıştığı için, yeni yaratılan şarkıların güftelerini icra esnasında değerlendirmek güç olmaktadır. Ben, şahsen bu bayramda başkalarının eserlerini çalanların tesiri altında kalarak, orijinal şiir ve besteleri değerlendirmede güçlük çektim, hatta yanıldım diyebilirim.
Yeni şiirlerin her yıl bir kitap halinde basılması, bayrama Türkiye çapında bir ehemmiyet vereceğinden, çok faydalı olur. Bütün Türk halkı, yaratılan yeni şiirleri okursa, bayrama karşı alaka artar.
Halk tarzında şiir yazan aydın tabaka şairlerinin de, ayrı bir ekip olarak bayrama katılmalarını ve halk karşısına çıkmalarını faydalı buluyorum. Şehir şairlerinden toplumcu olanlar bile kendi içlerine veya dar çevrelerine kapanmakta, halkın asla anlamadığı ve zevk almadığı şiirler vücuda getirmektedirler. Bunlar büyük şehrin ve içine kapanmanın acı meyveleridir. Ötede, şiiri, musikiyi, resmi seven geniş Türk halkı dururken, şehirli sanatçıların kapalı kapılar arkasında veya pis kahvelerde halkı kurtarma hülyası kurmaları oldukça garip değil midir? Bayram bir kaynaşma, sevişme, barışma zamanıdır.
Şehirli şairlerin hiç olmazsa dinleyici olarak Aşıklar Bayramına katılmalarını isterdim.
Her türlü duygu ve düşünceleriniz için bize buradan ulaşabilirsiniz.