Osmanlı imparatorluğunun büyük, küçük şehirleri birçok halk şairlerinin faaliyet merkezlerini teşkil ediyordu. Buralarda dini-tasavvufi şairlerden, tekkelere bağlı olanların birçoğu yetiştiği gibi yüksek edebiyatla halk şairleri mahsulünün karşılıklı tesirlerinin en çok görüldüğü sahalar da bu şehir ve kasabalardı. Onun içindir ki, buralarda yetişen şairler, en fazla divan edebiyatının ifade ve mevzu hususiyetlerine yaklaşanlardır. Bunlardan yeniçeri şairlerinde olduğu gibi, hadiselerle müvazi giden bir sanatın hususiyetleri, canlılığı, realizmi de pek bulunmaz. Bu şairlerin eserlerinde daha mücerred, kalıplaşmış bir ifade şekliyle karşılaşıyoruz. Destanlar dahi, adı, yeri, zamanı belli reel hadiselerin hikayesinden çok, hayatın, bazı «cilveleri» nin, sosyal hal ve şartların mizahi veya satirik bir şekilde, -fakat bir zaman ve mekana bağlanmadan- ifadesini verirler. Züğürtlük destanı, pire destanı, baskın destanları v.s. bu mahiyette destanlardır. Bunlarda halk şairi, fakir şehir ahalisinin sıkıntılarını hangi zamana, hangi belli yere ait olduğuna ehemmiyet vermeden anlatmaktadır. Bunun içindir ki halk şairinin bu türlü mahsulleri, boyuna taklit olunmuş, çok defa bayağılaşmıştır. Şair, kendi zaman ve muhitini orijinal vasıflariyle, reel şekilde, aksettirmeyince sanat eserinin de ayni mazmunların, ayni ifade kalıplarının, ufak tefek birkaç değişiklikle tekrarlanmasından ibaret kalması tabiidir.
Bu takımdan sayısız şairler yetişmiştir; eserleri en çok zaptolunan şairler de bunlardır; zira bunların mahsulleri, sadece halkın hafızasına bırakılmıyor, her devrin tesbit vasıtalarına da teslim olunuyordu: Biz halk şairlerinin eserlerini ihtiva eden cönklerde, mecmualarda en çok bu şairlerin eserlerine rastlarız. Cevheri, Aşık Ömer... gibi.
Her türlü duygu ve düşünceleriniz için bize buradan ulaşabilirsiniz.