Kara yağız bir Anadolu çocuğu. Esmer yüzü, siyah bıyıkları, kasketten taşan saçlarıyla, yirmi yıl önce Türkiye aşıklar Bayramı için Konya Kültür ve Turizm Derneği'ne elinde sazı, gelişini hatırlıyorum.
Çekingen biraz da tedirgin hali gözlerimin önünde. "Bizi istemişsiniz abi. Bayram için geldik." Bayramın ilk ayında bütün illere, kazalara, vali ve kaymakamlara, bölgelerindeki saz şairlerinin, aşıkların Konya'daki bayrama katılmaları hususunda, aracı olmaları dileği ile mektuplar yazmıştık.
İlk yıllar Aşıklar Bayramı'nda aşıklar üç dalda yarışıyorlardı. En güzel memleket şiiri; en güzel memleket türküsü ve atışma dalları.
Gereği söylemek gerekirse, ilk görüşte Aşık İlhami'yi pek gözüm tutmamıştı. Bu üç daldan hangisinde yarışmaya katılacağını sormuştum. "Üçüne de", diye zeka parlayan gözlerini gözlerime dikerek cevabı patlatmıştı. Düşünmeye fırsat bırakmadan sorum karşısında ne mene güçlü ve işinin ehli bir aşıkla karşı karşıya olduğumu o saat anlamıştım.
Yirmi yıl Aşık İlhami'yle bir abi kardeş gibi sohbetlerimiz, karşılıklı soru-cevap konuşmalarımız devam etti. Her yıl Aşık İlhami'nin yeni kabiliyetlerini keşfettim. Halk edebiyatının, aşıklık geleneğinin bütün inceliklerine, ustalıklarına sahip bir aşıktı. Özellikle aşıklık geleneğinin en zor dalı atışmada, kendine has bir tavırla başını sazın üstüne eğip tellere öyle bir mızrap vuruşu vardı ki, hangi ayağı verirseniz veriniz, bir ipek nakış gibi gayet gür ve anlaşılır bir sesle, mısraları veciz ve esprili bir şekilde yürütürdü.
Yıllar geçtikçe Aşıklar Bayramı'na yeni yeni yarışma dalları koyuyorduk. Doğmaca Şiir dalı, Usta malı türkü dalı, Güzelleme dalı, Koçaklama dalı. Her dal için, "yarışmaya katılmayı arzu eden dört aşık sahnenin ön tarafında yerlerini alsınlar." dediğimizde, yarışmaya katılan aşıklardan birisi mutlaka İlhami Demir olurdu. Çok temiz ahlaklıydı. Bayrama ilk katılan aşıklara yardım eder, onlara gerek sazda, gerek sözde çeşitli taktikler verir, usul, edep, erkan, yol gösterirdi.
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın Uluslararası İstanbul Festivali programında daima yer alan, Aşıklar Bayramı'nın Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Ankara'da Kapalı Spor Salonu'nda düzenlediği Aşıklar Şöleni'nin vazgeçilmez aşığıydı. Hele bir "Teyp Efendi" adlı türkülü hikayesi vardı ki, dinlemeye doyum olmazdı.
1987 yılı Nisan ayının ilk haftasında Tarihi Pera Palas Oteli'ndeydim. Ankara'dan telefon aldım. Aşıkların hamisi dost Necati Sarsmaz, Aşık İlhami'nin Cerrahpaşa Hastahanesi Göğüs Cerrahi servisine yatırıldığını, ziyaret etmemi söylüyordu. Aşıklara daima yardım elini uzatan dost Hasan Süzer'le hemen hastahaneye koştuk. On dört nolu yatağında yapayalnız oturuyordu. Tedirgin bir hal içindeydi. Hiç ummadığı anda bizi karşısında bulunca boynumuza atıldı. İki saat yatağının başında kendisini teselli ettik, moral verdik. Ciğerinde kist varmış. "Kontrol ettiler, ameliyatla alacaklar" dedi.
Yıllar önce Yüksek İhtihas Hastahanesi'nde Aşık Veysel'i de hasta döşeğinde ziyaret etmiştik. Rahmetlinin şen-şatır bir hali vardı. Espriler yapıyor, Osman Atilla'ya, "soğan misali tohuma kaçmadan" evlenmesini tavsiye ediyordu. Doktorlar durumunun ümitsiz olduğunu, on beş günlük ömrü kaldığını söylemişlerdi. Koca aşık gerçekten memleketi Sivralan'da on beş güne varmadan göçüp gitmişti. Aşık İlhami'nin yanında, hem konuşuyor, hem Aşık Veysel'in hasta yatağındaki o günkü halini düşünüyordum.
1987 yılında Geleneksel Türkiye Aşıklar Bayramı'nı, Selçuk Üniversitesi'ne, Konya Kültür ve Turizm Derneği olarak bırakmıştık. Benim jüri başkanlığımda üniversitenin birinci yıl bayramını 10—14 Nisan tarihleri arasında yapacaktık. Aşık İlhami'yi tedirgin dünyasından çekip alayım, dedim. "Aşık Konya'daki Bayram için Aşıklara şiirli bir mesajın yok mu?" dedim. "Var var. Hele kalemi çıkar da ben söyleyeyim sen yaz!" dedi. Gözlerini sabit bir noktaya dikmiş dursuz duraksız o söyledi, ben kaleme aldım:
Şöleni yapana saygı selamlar,
Bu gidişle herhal gelmemiz yoktur.
Sizlere neşeli mutlu alemler,
Hodri meydan deyip çalmamız yoktur.
Ehli irfan gerek manayı yora,
Kendini bilmeyen tez düşer tora,
Ol şair Halıcı babadan sonra,
İlim deryasına dalmamız yoktur.
Size bol neşeler, aşka maşuklar,
Her zaman gönlünüz dolsun ışıklar,
Bizi bundan sonra bilsin aşıklar,
Bizim şu meslekte yılmamız yoktur.
Halis altın kolay gelmez ayara,
Aşık çıkar sazla sözle değere.
Bir yaradır değmiş bizim ciğere,
İyi mi, kötü mü bilmemiz yoktur.
Manalı manasız laf olur hece,
Arifler bir puvan verir netice.
Burada yatarım on gün on gece
Sanırım pek fazla kalmamız yoktur.
İlhami'yim bunca gösterdim çaba,
Nice olur ahvalimiz acaba.
Ben söyledim yazdı Halıcı baba,
Bizim bu meydanda ölmemiz yoktur.
Veda ettim, ayrıldım. İki gün sonra Konya'da bayramın açılış konuşmasında, "İstanbul'da Cerrahpaşa Hastanesi'nde yaşama savaşı vermekte olan Aşık İlhami'den Aşıklara ve dinleyicilere bir mesaj var" dedim, şiirini üzüntülü bir sesle okudum.
22 Nisan Çarşamba günü İstanbul'daydım. Türk Edebiyatı Vakfı'nda "Anadolu'da Kültür-Sanat Olayları" konulu bir sohbetim vardı. Sohbetten evvel Mevlana Hz. torunu Celaleddin Çelebi'yle birlikte Aşık İlhami'nin ziyaretine gittik. Yine kesik kesik soluyordu. Doktoru aradık bulamadık. "Bir iki güne kadar beni taburcu edecekler," dedi. Teselli ettik. Cidden üzüntülü bir halde ayrıldık kendisinden. O gün vakıftaki sohbetimde Aşık İlhami'nin bir vasiyeti andıran şiirini boğazım düğümlenerek dinleyicilere okudum. Ankara'da 30 Nisan da Türk Dil Kurumu'nda "Örnekleriyle Yaşayan Halk Şiirimiz" konulu bir konferans verdim. Kelaynak kuşlarına gösterilen ilgi kadar bile sosyal bir güvenceleri olmayan halk şairlerimizin yapayalnız kalışlarından bahsettim. "Türk milleti varoldukça geleneklerimizin en canlı örneği, halk şiirimizin ve halk şairlerimizin de var olacağını, hükümetin halk şairlerimize sahip olması gerekir," dedim. Üstelik Türk halkının duygu ve duyarlığına tercüman olan, halkımızla birlik, beraberlik, sevgi, saygı ve cumhuriyet ilkelerinde birleşen, bütünleşen, halk şairlerimizin de devlet sanatçısı olmaları gereğini, buna hak kazanacak aşıklarımızın bulunacağını, sözlerime ilave ettim ve dinleyicilere Aşık İlhami'nin şiirini okudum.
Mayıs'ın 3.cü günü Aşık İlhami'nin ölüm haberini duyunca bir garip duygu içinde kaldım. Sisli bir havada yolunu kaybetmiş bir insan gibi kendime bir pusula aradım. Sazıyla, sesiyle, sözüyle, mızrabıyla, kasketinden taşan saçlarıyla, zeka fışkıran gözleriyle, atışmalarıyla, dudak değmezleriyle Aşık İlhami'yi bir daha, bir daha sesledim. Halkıma "Yaşama sevinci sunan aşığı 'yaşam savaşı' içindeyken dahi yanık yanık ölmezlik türküsü söylerken" düşündüm durdum.
Her türlü duygu ve düşünceleriniz için bize buradan ulaşabilirsiniz.