Bir atışma için Aşık İlhami sarılmıştı saza. Bunca aşık arasından kendine bir rakip seçecekti. Kimi çağıracak diye kulak kesilmişti salondakiler "Baba Deryami gelsin" dedi. Bunun üzerine saçı sakalı ak pak olmuş bir aşık yaklaştı mikrofona: "Şimdi hemen söyleyeyim ki ömrün, hayatın santime vuruluyor. Eh, diş yok, ses yok. İş işten geçti. Belki şiirine cevap veririz ama ses, saz tutmaz. Yirmi senedir bu işten ayrılmış bir aşığım. Ben buraya sizleri görmeye geldim. Aslında aşıklıktan el çekmiştim".
Demesine öyle dedi ama, atışma ilerledikçe, sözde de sazda da birçok aşığa zorluk çıkarabileceği gözden kaçmadı.
İşte böyle tanıdık Aşık Deryami'yi. Yüzünün kırışıklıklarının bile çok şeyler söylediği bu halk ozanının aşıklığa başlaması ta 1942'lere uzanıyor. Neden, yine bir sevda. Sonra bakıyorsunuz ki 1960'larda vazgeçiyor aşıklıktan:
Efendim tatmin olamadım. Sonra gittiğimiz yerlerde bizi tahkir ettiler, kıymet vermediler. Hiç itibar yoktu. Şimdi durum daha iyi.
Aşıklıktan el çekmesinden yirmi yılı aşkın bir süre sonra, bir Aşıklar şölenine katılmanın nedeni iyiden iyiye çekiyordu ilgimizi. "Buraya gelişimin sebebi başta Atatürk'le Mevlana olmuştur. Atanın 100. yılı olduğu için, Konya'da gönlümde ezelden beri yaşattığım Mevlana diyarı olduğu için buraya geldim".
Söyleşimiz ilerledikçe Deryami Baha'nın ilginç kişiliği de daha belirginleşiyordu. "Efendim, Aşıklık benim düşünceme göre aşktan doğan bir şeydir. Aşk da üç şeyden ileri gelmektedir: Şehvet, hasret, kasavet. Bu üç şeyi elden kaybettin mi aşk kayboluyor, aşk kayboldu mu aşıklık da kayboluyor".
Kendisinden türküler, şiirler dinledikçe hiciv türüne eğilim gösterdiğinin farkına vardık. Yaşadığı ortamın aksaklıklarını eleştirebilme gücüne sahip olan birinin, birçok konularda düşünce verebilmesi kadar doğal bir şey yoktur. "Zamanın sayılan aşıklarındanım. Hep bana bade içmiş, rüyasında bir kıza aşık olmuş dediler. Ama böyle bir şey yoktu. Ben buna karşıydım. Ölene kadar yine karşıyım. Çünkü insanlar bir şeyi diri diri görür, onu canlandırır. Elbette bunun tabiri kolaydır. Bir yarayı kaşırsan kaşıdıkça kanlanır. Kaşımadıkça o yara ne kanlanır ne canlanır".
Yıllardır saz çalmış, gönül dökmüş, ortamının gözü, kulağı, dili olmuş birinin aşıklığı terk etmesini hiç düşünemiyoruz. Sözü buraya dökmeden edemiyoruz. "Sazı bir yana itmek olur mu?" diye. "İnsan bahçeyi terk etti mi gülüyle beraber terk ediyor. Bahçeye girersin ki gülü göresin, gülü koklayasın. Eh, bahçeye girmedikten sonra, gülü koklamaya hacet kalmıyor ki. Aşıklığı terk ettin mi, sazı da beraber terk ediyorsun. Aşıklık yapamıyorsan saz da çalmıyorsun. İkisi birbirine bağlı".
Bir hayli ilginç geçen söyleşimiz sırasında, ağzından, yeniden aşıklığa dönüp dönmemek konusunda düşündüğünü öğrenince bir sevinç kapladı içimizi. Gözlerimizde "Dön, dön Baba Deryami" der gibi bir ifade vardı. Bu arada, sözlerinin, değerli şiirlerinin daha uzun bir süre hatırımızda kalacağını bilerek. "Kendimi aşık sayamıyorum. Aygazın üstüne eti koy, ateşi yakmadan kaldır, "buyrun yeyin" denilmez. Bu kaynayacak, pişecek, sonra yenilecek. Aşıklık da bir dakikada belli olmaz. Şimdi Atatürk'üme, Atama şiirler okundu. Ama bugün okundu. Ben 52'de bu şiirimi okumuştum ona. Diyorum ki,
Versen bu dünyayı bana hürriyeti satamam
Halis bir Türk yavrusuyum her kucakta yatamam
Yeni gelen ağaların bazı hatırı için
Tarihteki Atatürk'ün aleyhine atamam
Batmış iken Türk gemisi tekrar çıktı meydana
Acemi kaptana verip tekrar yine batamam
Bu vatanın dört köşesi gül ve sümbül bahçesi
Bu bahçenin bağbanı var başka bağban tutamam
Vatanımın üzerinde yanmış iken son ocak
Bu ocağı söndürtüp de tekrar yanıp tütemem
Deryami çok yıllar oldu parlayan bu istikbal
Tekeri geri çevirip tekrar ileri itemem
Her türlü duygu ve düşünceleriniz için bize buradan ulaşabilirsiniz.